İnanan, inanmayan herkesin merak ettiği konulardan birisi de kader konusudur. Kader konusu anlaşılması güç görünse de doğru bilgilerle olaylar örgüsünü yorumlayabilmek zor değildir. Bu yazıda bizim kontrolümüzde olan ve Yaratıcımızın kontrolünde olan konular somut örneklerle anlatılmıştır.
Yazıyı sakin bir kafayla baştan sona kadar dikkatlice okuduğunuzda kader (alın yazısı) konusunu anlamış, irademize bırakılan ve bizim değiştiremeyeceğimiz konuları anlamış olacaksınız.
Kader Nedir Kısaca Anlamı
“Ezelden ebede kadar olmuş ve olacak şeylerin hepsinin zamanının, yerinin ve nasıl olacaklarının Allah tarafından ezelde bilinmesi ve bu bilgiye uygun olarak takdir ve irade edilmesidir.”
Kaza Nedir Kısaca Anlamı
“Allah’ın bilip takdir ettiği şeylerin zamanı ve yeri geldiğinde yine Allah tarafından yaratılıp meydana çıkarılmasıdır.”
Yazı İçindeki Başlıklar;
Soru: Doğacağımız gün ve evleneceğimiz kişi alın yazımızda belirlenmiştir ve kesindir deniliyor. Bu ne kadar doğrudur?
Alın yazısı, daha doğmadan önce insanın başına gelecek şeylerin Cenâb-ı Allah tarafından takdir edilmesi, insanın başına gelecek şeylerdir. Buna kader de denir.
“İşi başkasına ısmarlamak”
“Sebeplere teşebbüs konusunda kendisine düşen görevi yerine getirdikten sonra neticeyi Allah’tan beklemek. Onun takdirine razı olmak.” tevekkül demektir.
Dinî literatürde gerçekten anlına yazılmış yazı anlamında bir “alın yazısı”ndan söz edilemez. Ancak biz Türkçe’de bu ifadeyi kader manasında kullanıyoruz. Kader ise, Allah’ın ilminin bir nevidir. Allah’ın olmuş, olmakta olan ve olacak olan her şeyi önceden bilmesi “kader”dir. Allah’ın her şeyi önceden bilmesi, İlahlığın olmazsa olmaz şartıdır. Aksi takdirde Allah’ın –haşa- bazı konularda cahil olması gerekir. Böyle bir düşünce küfrü gerektirir.
Her şey, Allah’ın ilmine, o kişi hakkındaki bilgisine uygun olarak kaydedilir. Allah’ın ilmi ise, o kişinin kendi özgür iradesiyle neler yapacağı, nasıl bir hayat çizgisini takip edeceği doğrultusunda oluşur. Çünkü ilim maluıma tabidir. Bir şey nasıl bilinirse öyle olmaz, bilakis, nasıl olacaksa öyle bilinir.
Allah, her şeyi nasıl olacaksa ve kişi hür iradesiyle nasıl tercih edecekse öyle bilir. Bu bilgiye halk arasında alın yazısı denilmektedir.
Soru: Bizim ne yapacağımız, kaderimizde yazılmış ise, ne suçumuz var? Allah cennet veya cehenneme gideceğimizi biliyorsa ne diye bizi bu dünyaya gönderdi?
Sorunuzu bazı soru ve cevaplarla açıklamaya çalışalım. İslamda Kader, bir iman rüknüdür ve şöyle tarif edilir: “kader, hak teâlâ’ nın, ezelden ebede kadar olmuş ve olacak her şeyin, her şeyini ve her hâlini, zamanını ve mekânını, sıfatlarını ve özelliklerini ezelî ilmiyle bilip, ona göre, takdir etmesidir.”
Kaza ise, kaderde planlanan bir şeyin yaratılması, varlık sahasına çıkarılmasıdır. Kâinatın altı devrede yaratılışından, insanın ana rahminde dokuz ayda teşekkülüne kadar her hâdise kaderi gösteriyor!..
Güneş sisteminden atom sistemlerine kadar her hikmetli tanzim, kaderi ilan ediyor!..
Elementlerin sayıları ve özellikleri, kaderden haber veriyor!..
Bitkilerin ve hayvanların cinslere, türlere ayrılmış olması, her türe farklı kabiliyetler takılması, hep kader ile olmuş!..
Meleklerin, hayvanların ve cansızların sabit makamlı kılınması, insanların ve cinlerin ise imtihana tâbi tutulması, kader ile plânlanmış!...
Cennet ve cehennemin yaratılması, ilâhî ilim ile takdir edilmiş!... O menzillere hangi yollardan gidileceği de yine kader ile tespit edilmiş!...
Hangi güzel amele ne kadar sevap, hangi günaha ne kadar azap verileceği de kader ile tayin edilmiş!..
Bir bilim dergisinde insan bedenindeki harika nizam anlatılıyor ve ilâhî takdir konusunda çok güzel misâller sıralanıyordu. Ve yazı şöyle bağlanıyordu: “bedenimizin tamamı bir yana, sadece baş parmağımız olmasaydı teknik ve medeniyet ortaya çıkmazdı.”Gerçekten de, bütün buluşlar, keşifler, sanatlar bir yönüyle, baş parmağa bağlı. O da diğer parmaklarla yan yana gelseydi, ne kalem tutabilirdik, ne kaşık, ne de çekiç. İnsanoğlu, bütün varlık âlemi bir yana, sadece başparmağına ibret nazarıyla bakabilse, ilâhî takdiri en açık bir şekilde görecektir.
Kader konusunda ezberledikleri birkaç soruyu durmadan tekrarlayan adamlar, kaderin bu aslî mânâsını hiç düşünmezler. Şu haşmetli kâinatın bir ezelî ilim ve takdirle, safha safha yaratıldığı akıllarından bile geçmez. Kaderin bu haşmetli tecellilerini seyredemedikleri gibi, çekirdekleri, tohumları, yumurtaları, spermaları, genleri de bu açıdan değerlendiremezler. Halbuki, bu küçük yaratıklar sanki cisimleşmiş birer plân, birer program... Allah’ın hârika takdirini ve ince hikmetini aklı başında olanlara ilan ediyor, ders veriyorlar.
Ve insan, yaratılışı icabı, kadere inanmakla mükellef!. Çünkü, ölçüden, tartıdan anlıyor. Yapmaya karar verdiği bir evin odalarını bilerek takdir ediyor. Mutfağını, banyosunu, hep yerli yerine koyduruyor. Yarını hakkında planlar kuruyor, hedefler tespit ediyor, kararlar veriyor. İşte bu yaratılışı onu kadere imanla mükellef kılıyor.
Düşünelim bir kere: şu görünen varlıklar içerisinde bizden başka hangi fert kendi varlığından ve yaratılış safhalarından haberdar? Ne olduğunu, niçin yaratıldığını ve nereye gittiğini bilen hangisi?!.. Kuşlar mı, ağaçlar mı, güneş mi, ay mı?!..
Hayvanlar kendi organlarından habersiz. Bitkiler yapraklarını tanımaz. Deniz, içinde yüzen balıklardan gafil. Ay, neyin etrafında döndüğünü bilmez.
Ama insan öyle mi? Kendi bedenindeki nizam kadar, ruhundaki intizamı da biliyor. Elementlerin vazifelerini bildiği gibi, hayvan türlerini, sema sistemlerini de tanıyor. Her ferdin, her nevin ve her sistemin niçin yaratıldığını, ne gibi hikmetler taşıdığını, az da olsa, anlayabiliyor. Bu yaratılışı sayesinde, kaderin eşyadaki o sonsuz tecellilerine de bir derece muhatap olabiliyor.
Kadere iman, insan için, en büyük huzur kaynağıdır. Mümin olan insan, gerek kendi nefsinde gerek dış âlemde gördüğü bütün tanzim ve takdirlerin nice hikmetlerle dolup taştığını ve hepsinin de rahmeti netice verdiğini düşünür. “kaderin her şeyi güzeldir” diyerek, başına gelen her türlü hâdisenin altında rahmet ve hikmeti arar.
Dünya ve âhiret saadeti için gerekli her teşebbüsü yapar ve sonunda Allah’ın rahmet ve keremine itimat eder, huzur bulur!. Kaybettiğine gam çekmez. Geçmişte kaçırdığı fırsatlara ‘ah!’ etmez. ‘şöyle olsaydı böyle olmazdı!’ yahut, ‘böyle olmasaydı şöyle olurdu!’ gibi lâfların ruha sıkıntı vermekten öte bir fayda sağlamadığını bilir. Mazinin yükünü sırtından atar. Allah’a güvenerek istikbale doğru yol almaya koyulur, huzur bulur!...
Allah’ın kendisine lütfettiği nimetlerle, servetlerle, kabiliyetlerle övünmez, gururlanmaz. Her hayrı ondan bilir, huzur bulur!. Kadere inanmayanlar insanlığa neyi takdim ediyorlar?
Çalışmayıp, tembelce oturmayı mı? Yoksa, sebeplere teşebbüs etmekle birlikte sonra neticeyi rıza ile karşılamayıp üzülmeyi, dövünmeyi mi?.. Bunda insanlığı ıstıraba sürüklemenin ötesinde ne fayda umuyorlar?!.hassas ruhu ve tahammülsüz bedeni ile, şu aciz insanı nasıl bu ağır yükün altına sokuyorlar!?.yoksa huzursuz, asabi ve isyankâr ruhlardan, kendi yıkıcı emelleri hesabına bekledikleri bir şeyler mi var?
Kaderi ikiye ayırabiliriz: ızdırari kader, ihtiyari kader.
"ızdırari kader"de bizim hiçbir tesirimiz yok. O, tamamen irademiz dışında yazılmış. Dünyaya geleceğimiz yer, annemiz, babamız, şeklimiz, kabiliyetlerimiz ızdırari kaderimizin konusu. Bunlara kendimiz karar veremeyiz. Bu nevi kaderimizden dolayı mesuliyetimiz de yok.
İkinci kısım kader ise, irademize bağlıdır. Biz neye karar vereceksek ve ne yapacaksak, Allah ezeli ilmiyle bilmiş, öyle takdir etmiştir.
Kalbimiz çarpıyor, kanımız temizleniyor, hücrelerimiz büyüyor, çoğalıyor, ölüyor. Vücudumuzda, bizim bilmediğimiz birçok işler yapılıyor. Bunların hiçbirini yapan biz değiliz. Uyuduğumuz zaman bile bu tür faaliyetler devam ediyor.
Ama şunu da çok iyi biliyoruz ki, kendi isteğimizle yaptığımız işler de var. Yemek, içmek, konuşmak, yürümek gibi fiillerde karar veren biziz. Zayıf da olsa bir irademiz, az da olsa bir ilmimiz, cılız da olsa bir gücümüz var.
Yol kavşağında hangi yoldan gideceğimize kendimiz karar veriyoruz. Hayat ise, yol kavşaklarıyla dolu.
Şu halde, bilerek tercih ettiğimiz, hiçbir zorlamaya maruz kalmaksızın karar verip işlediğimiz bir suçu kendimizden başka kime yükleyebiliriz?
İnsanın cüz-i ihtiyari adı verilen iradesi, önemsiz gibi görülmekle beraber, kainatta geçerli olan kanunlardan istifade ederek büyük işlerin meydana gelmesine sebep olmaktadır.
Bir apartmanın üst katının lütuflarla, bodrum katının ise işkence aletleriyle dolu olduğunu ve bir şahsın bu apartmanın asansörü içerisinde bulunduğunu farz ediniz. Kendisine, apartmanın bu keyfiyeti daha önce anlatılmış bulunan bu zat, üst katın düğmesine bastığında lütfa mazhar olacak, alt katın düğmesine bastığında ise azaba duçar olacaktır.
Burada iradenin yaptığı tek şey, sadece hangi düğmeye basılacağına karar vermesi ve teşebbüse geçmesidir. Asansör ise, o zatın kudret ve iradesiyle değil, belirli fizik ve mekanik kanunlarla hareket etmektedir. Yani, insan üst kata kendi iktidarıyla çıkmadığı gibi, alt kata da kendi iktidarıyla inmemektedir. Bununla beraber asansörün nereye gideceğinin tayini, içindeki şahsın iradesine bırakılmıştır.
İnsanın kendi iradesiyle yaptığı bütün işler, bu ölçüyle değerlendirilebilir. Mesela; cenab-ı hak, meyhaneye gitmenin haram, camiye gitmenin ise faziletli olduğunu insanlara bildirmiş bulunmaktadır. İnsan bedeni ise kendi iradesiyle, misaldeki asansör gibi her iki yere de gitmeye müsait bir yapıdadır.
Kainattaki faaliyetlerde olduğu gibi, beden içindeki faaliyetlerde de insanın iradesi söz konusu olmamakta ve insan bedeni, kanun-u külli adı verilen ilahi kanunlarla hareket etmektedir. Fakat onun nereye gideceğinin tayini, insanın irade ve ihtiyarına bırakılmıştır. O hangi düğmeye basarsa, yani nereye gitmek isterse, beden oraya doğru hareket etmekte, dolayısıyla da gideceği yerin mükafatı veya cezası o insana ait olmaktadır.
Bazı insanlar zengin, güzel ve sıhhatli doğarlar; bazıları da fakir, çirkin ve sakat. Bunlar, insan iradesinin karışmadığı “ızdırari kader”in konusudur.
Bu farkı bahane ederek zulümden söz edenler duyarız. Halbuki, zulüm bir hakkın çiğnenmesidir. Kulun ise, Allah'ta hiçbir hakkı yoktur. O, ne vermişse sırf lütfundan dolayıdır.
Bize düşen, verilmeyen nimetleri düşünüp isyana yeltenmek değil, verileni hatırlayıp şükretmektir. Eksiklikler, kulun denenmesi içindir. Dünyayı bir imtihan salonuna benzetirsek, hoşa gitmeyen durumlar birer imtihan sorusudur. Kul isyan mı edecek, yoksa verilen nimetlere şükürle, mahrum kaldığına sabır ile mi karşılık verecek?
Zengin bir tüccar düşünelim. Dükkanına gelen iki fakire, sırf merhametinden dolayı iyilik etmek istiyor. Birine gömlek ve pantolon giydirdi, diğerine ise, bunlara ilaveten ceket ile palto hediye etti. Sadece gömlek ve pantolon alan adam, “tüccar bana zulmetti, öbür adama fazla verdi,” diyebilir mi? Derse, bu sözü edepsizlik olmaz mı?
Biz insanlar da bu fakirlere benziyoruz. Allah, sonsuz merhameti sebebiyle, tükenmez hazinesinden nimetler veriyor. Vücudumuzu, aklımızı, hayalimizi, soluduğumuz havayı, içtiğimiz suyu, yediğimiz gıdayı yaratan o. Çalışmadık, kazanmadık, hak etmedik. O, sırf lütfundan dolayı ikram ediyor. Eksik alan sabrederse ebedi nimetler kazanacak.
Dünya hayatı kısa bir imtihandan ibaret... Az nimetlenen kul, birinci adam gibi asi olur, “zulüm” derse, edepsizlik eder. Vazifesi, verilene şükretmektir. Aksi halde azaba davetiye çıkarır.
Allah, her işinde adildir, asla zulmetmez. Musibetlere de bu açıdan bakmak gerekir. Belalar ya işlediğimiz bir hatanın sonucudur veya imtihanın ürünüdür.
Evi yanan kişi, kadere dil uzatmadan önce, bildiği bir sebep yoksa bile, yine suçu kendisinde arasın. Belki bir insanın kalbini kırmıştır! Ev yakan suç işler, ama kader adalet eder!
Dikkat edilirse, kaderi bahane ederek, “benim ne suçum var” diyen kişinin, iradeyi yok saydığı görülür.
Eğer insan, “rüzgarın önünde sürüklenen bir yaprak” ise, seçme kabiliyeti yoksa, yaptığından mesul değilse, o zaman suçun ne manası kalır? Böyle diyen kişi, bir haksızlığa uğradığı zaman mahkemeye müracaat etmiyor mu?
Halbuki, anlayışına göre şöyle düşünmesi gerekirdi: “bu adam benim evimi yaktı, namusuma dil uzattı, çocuğumu öldürdü, ama mazurdur. Kaderinde bu fiilleri işlemek varmış, ne yapsın, başka türlü davranmak elinden gelmezdi ki.”
İnsan yaptığından sorumlu olmasaydı, “iyi” ve “kötü” kelimeleri manasız olurdu. Kahramanları takdire, hainleri aşağılamaya gerek kalmazdı. Çünkü, her ikisi de yaptığını isteyerek yapmamış olurlardı. Halbuki hiç kimse böyle iddialarda bulunmaz. Vicdanen her insan, yaptıklarından sorumlu olduğunu ve rüzgarın önünde bir yaprak gibi olmadığını kabul eder.
Bir film senaryosu tasarlayalım: dedektif, soygun planı hazırlayan üç adamı gizlice dinliyor. Zamanı gelince, soyulacak yere gidiyor. Maksadı suçüstü yakalamak. Fakat soyguna başlarken, adamlar planı değiştiriyorlar. Biri vazgeçiyor, ikisi başka türlü hareket ediyorlar. Eğer bir başkasının bilmesi soyguncuların hareketlerini engelleseydi, planın değişmemesi gerekirdi. Polisin önceden bilmesi olaya hiç tesir etmedi.
Plan değişmese yine etmeyecekti. Çünkü onlar, bu işi polis öyle biliyor diye yapmayacaklardı. Zaten polisin neler bildiğini de bilmiyorlardı.
Eğer planı uygulasalar, yakalansalar ve polis, yaptıklarını önceden bildiğini söyleseydi, “sen böyle bildiğin için, biz bu suçu işledik. Gerçek suçlu sensin. Biz masumuz” mu diyeceklerdi?
Günah işleyip de suçu kadere, yani “o işi önceden bilen ilahi ilme” yüklemek isteyen günahkarın bunlardan ne farkı var?
“kaderimden kaçamam, yazılan başa gelir, olacak denen olur. Öyleyse günahımdan dolayı niçin suçlu sayılıyorum?” diye düşünenler hiç de az değil.
Bu mantığın, mesuliyetten kurtulmak isteyen bir suçluya ait olduğu gün gibi ortada. İşte formül: suçu kadere yükle ve rahatla! Adil bir hakem olan vicdanın, bu düşünüş biçimiyle huzura kavuşacağını sanmıyorum. Çünkü, yapıp ettiklerimizin dikkatli bir şahididir o. Şüphesiz bir “kader kanunu” vardır ve hükmünü yürütür, ama “irade” de bir kanundur. Her günahı isteyip dileyerek işlediğimizi nasıl unutabiliriz? Alınyazımızı okuyamıyoruz, kaderde olanı bilmiyoruz. Bizim bildiğimiz, önümüzde biri iyi, diğeri kötü iki yol bulunduğu. Asla inkar edemeyeceğimiz irademizle birinden gidiyoruz. Giderken de nefsimizden başka bir zorlayıcı olmadığını pekala hissediyoruz. Önce değil, ancak her şey olup bittikten sonra öğreniyoruz alın yazımızı.
Şu misalin meselemize ışık tutacağına inanıyorum. Harika bir kameraman düşünelim. Diyelim ki, bu adam, bizim gelecekteki on günlük hayatımızı gizlice filme aldı. Yani o, on günlük yaşantımızı önceden bildi. Biz de film olayını öğrendik, ama bantta neler olduğunu bilmiyoruz. On birinci gün filmi bize gösterdi. İşlediğimiz hataları, günahları ve suçları seyrettik. Kameramana, “sen bizim on günlük geleceğimizi bilmesen, görüntülemesen, biz bu suçları işlemezdik” diyebiliriz miyiz?
Bilmekle yapmanın çok farklı şeyler olduğunu vurgulamak gerekir. Bir misal vermiştik. Bizlerin bir çekirdeğin ağaç olacağını bilmemiz onun ağaç olmasına gerek olmadığı anlamına gelmez.
Ayrıca bir makine veya bina için bir plan yapılsa, madem ki plan var öyleyse binaya ve makinaya ne gerek var denilebilir mi.
Yarın bir yere gideceğimizi ve şunları yiyeceğimizi planlayalım. Buna göre madem ne yapacağımız belli öyleyse ne gerek var gitmeye ve yemek yemeye diyor muyuz.
Biz bile gündelik basit şeyler için bunu diyemezsek, Allah'ın sayısız hikmetlerle yarattığı insanı, madem ne yapacağını biliyordu öyleyse neden imtihan ediyor denilemez.
Kaderin esas anlamı Allah’ın, olmuş olacak her şeyi bilmesi demektir. Dikkat edersek insan iradesini yok saymıyor. Bilmek ayrı yapmak ayrıdır. Bilen Allah’tır, yapan kuldur. Bu konuya bir misal verelim;
Peygamberimiz İstanbul'un fethini ve komutanını yüz yıllar önce müjdelemiş ve haber vermiştir. Zamanı gelince de dediği gibi çıkmış. Şimdi, İstanbul Peygamberimiz dediği için mi fethedildi, yoksa fethedileceğini bildiği için mi söyledi. O zaman Sultan Fatih yatsaydı, çalışmasaydı, ordular hazırlatıp savaşmasaydı yine olacak mıydı? Demek ki Allah Fatihin çalışıp İstanbul’u fethedeceğini biliyordu ve bunu elçisi Hz. Peygambere bildirdi.
Buradaki ince nokta: Allah bildiği için yapmıyoruz. Biz yapacağımız için Allah biliyor. Zaten Allah’ın geleceği bilmemesi düşünülemez. Bilmese veya bilemese yaratıcı olamaz.
Buna bir örnek verelim; Allah dostu evliyadan bir öğretmen düşünelim. Öğrencilerinden birisine “yarın seni şu kitaptan imtihan edeceğim.” diyor. Fakat öğretmen Allah’ın izniyle onun filim, maç, oyun, eğlence, derken sabah okula çalışmadan geleceğini bilerek, akşamdan karnesine “0” yazıyor. Ertesi sabah öğrenci sorulan sorulara cevap veremiyor ve sıfırı hak ettiğini bildiği anda, öğretmen cebinden not defterini çıkarıp “senin çalışmayıp sıfır alacağını bildiğim için önceden deftere sıfır yazmıştım” diyor. Buna karşı öğrenci “Hocam sen sıfır yazdığın için ben sıfır aldım. Yoksa geçer puan yazsaydın geçerdim.” diyebilir mi?
Demek ki Allah yazdığı için biz yapmıyoruz, bizim yapacağımız şeyleri bilerek Allah yazıyor. İşte buna kader diyoruz.
Teşbihte hata olmasın, Allah da, bizim ömrümüz boyunca yapacaklarımızı “ezeli kamerasıyla “levh-i mahfuz” denilen bir banda alıyor. Fakat biz o filmde neler bulunduğunu asla bilmiyoruz. Bu tespit hareketimize, niçin tesir etsin! Gerçek bu olunca, mesuliyet elbette bizimdir. Hür irademizle kötüyü seçip, günah işlediğimiz için suçlanıyoruz, başka şey için değil. “kaderimde yazılıysa suçum ne?” Demeye hiç hakkımız yok. İsteyerek suç işlemek “suç” değilse, suç ne peki?
Bize düşen, günahımıza tövbe etmek, affı için yalvarmak ve güzel ameller işleyip cezadan kurtulmaya çalışmak. Suçu kadere yüklemeye çalışmakla ancak kendimizi aldatabiliriz. Allah'ı, asla.
Konuyla ilgili sorularını yorum kısmından yazabilirsiniz.
7 yorum
merak ettiğim bişey var kaderimiz önceden yazılmış ve belli ise çok istediğimiz şeyler için niye dua ediyoruz .sonuçta kaderimiz önceden belli ise dua hiçbirşeyi değiştirrmi yani tabi değiştirir de nasıl ?
Yanıtla
Kaderimizin önceden yazılmış olması, Allah'ın ilmi iledir. Bu kısmı bizi ilgilendiren bir konu değil Allah-ü Teala Hazretlerinin Ezeli ve Ebedi ilim sahibi olmasıyla ilgilidir. Yazılı olduğu için sen öyle yaşamazsın. Eğer kader yazılmamış olsaydı Allah-ü Teala ilimsiz olmaz mıydı? Allah'a sürpriz yapmak gibi bir durum oluşmaz mıydı? Yani bizler yaşarken Kader yazılı kısmıyla değil özgür irademizle yaşarız. Kader denen konu bizi ilgilendiren bir konu değil Allah'ın ilmiyle ilgili bir konudur. Bizler rüzgarın önündeki yaprak değiliz. Bizler rüzgarız.
Kader var mıdır?
Kader, Alın Yazısı, Talih, Mukadderât, ?
Kader diye bir şey varsa
O zaman
Benim kaderimde ne var?
Yaratılmayı ben istemedim.
Yaratan beni yaratıp kaderimi yazmışsa ben ne yapabilirim?
Her insan kaderinde yazanı yaşıyorsa günah ve sevap var mıdır?
Kaderimde yazılanları değiştirebilir miyim?
İnsan hayatını uzatmak mümkün mü ?
Tesadüf diye bir şey var mı, yoksa her şey Allah’ın ilahi planı çerçevesinde mi?
Ana rahmine düşmeden, ölünceye kadar tüm hayatım önceden belli mi?
O zaman ben neyin Kafasını yaşıyorum?
Allah bana şah damarımdan daha yakın ve ne yapacağımı zaten biliyorsa, kendi tercihimi değil yapmam isteneni yapıyorum öyle değil mi ?
Ne yapacağımı baştan bilen ve bunu değiştirme gücü olmasına rağmen değiştirmeyen ve bunun sonucunda beni yakacak olan büyük güç, benimle oynuyor mu?
Hokkabazın elinde iplere bağlı oynayan bir kukla mıyım?
Olmuşların ve olacakların, zamandaki bütün anların ve bütün varlıkların, kısacası, her şeyin yazılı bulunduğu Levhi mahfuz var mıdır?
Cennetliklerin, Cennette doğacak çocukların bile isimleri belli mi?
Tüm bu yaşananlar bir film gibi değil mi ?
Senaryoyu yazan bana da bir rol vermiş.
Ben sadece senaryoda yazılanları yapabilirim değil mi?
O zaman yaptıklarım senaryo gereği ise benim suçum ne?
Bana bu rolü veren, bu rolün senaryosunu yazan ve rolü oynamamı sağlayan güç sonra bana dönüp neden bunu böyle yaptın diye sorgular mı?
Yanıtla
Sana ait bir eşyayı ister kırar ister kullanırsın. Kimse sana hesap soramaz ve seni engelleyemez. Bizler yoktuk, Allah Azze ve Celle bizleri yarattı. Bizler onun mülküyüz. İstediği şekilde tasarruf etme yetkisi aynen size ait eşyalar gibi Allah'a aittir. Yaratıp imtihan etmek istedi. Sadece ruhlara imtihanı yaşatıp cennet cehennem diye sonuçlandırabilirdi, ama sen kendini görmedin, komşun arkadaşın senin nasıl birisi olduğunu görmedi ve bilmiyor. Bunlar için dünya hayatını yarattı. Bize bizi, ve bizi diğer insanlara gösteriyor. Diğer tarafta kimse bu kul günahsızdı Allah zulüm etti diyemeyecek, herkes iyiyi ve kötüyü bilecek. Sen de kendini bileceksin.
Ölüm son ve bitiş değil başlangıçtır. İnanç üzere yaşamaktan başka çare yoktur. Dünya hayatı yalandır. Kader konusu kafamızı meşgul edeceğimiz ve bizi ilgilendiren bir konu değildir.
Bizler kontrol sahibiyiz. Değişmeyen kader (Doğumun, ölümün, rengin vs. ) hariç diğer bir çok konuda ipler bizim elimizdedir.
merhaba...kafam öyle çok karıştı ki anlatamam arkadaşlar...ben çok inaçlı bir insanım..35 yaşındayım ama hala bu konuyu tam olarak çözmüş değilim...ilmine güvendiğim onlarca kişiye de sordum bu konuları..internette de araştırdım..kimisi hayır efendim her yaptığımız hareketi allah önceden yazmıştır diyo..kimiler de yaptığımız hareketlerden biz sorumluyuz diyo..bunun aslı astarı nedir yemin ederim kafayı yiyecem..bana cevap yazın lütfen.... saygılar
Yanıtla
Selamun Aleyküm Cemre Kardeşim.
Kaza ve kaderle ilgili olarak kafamızın çok karışmasının bir nedeni de şeytanın ve nefsimizin bu konuda bizlere çokça vesvese vermesinden ve aklımıza anlamsız sorular getirmesindendir.
Kazâ ve Kaderin Anlamları
Kader sözlükte "ölçü, miktar, bir şeyi belirli ölçüye göre yapmak ve belirlemek" anlamlarına gelir. Terim olarak "yüce Allah'ın, ezelden ebede kadar olacak bütün şeylerin zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini, ezelî ilmiyle bilip sınırlaması ve takdir etmesi" demektir. Allah'ın ilim ve irade sıfatlarıyla ilgili bir kavram olan kader, evreni, evrendeki tüm varlık ve olayları belli bir nizam ve ölçüye göre düzenleyen ilâhî kanunu ifade eder.
Sözlükte "emir, hüküm, bitirme ve yaratma" anlamlarına gelen kazâ, Cenâb-ı Hakk'ın ezelde irade ettiği ve takdir buyurduğu şeyleri zamanı gelince, her birisini ezelî ilim, irade ve takdirine uygun biçimde meydana getirmesi ve yaratmasıdır. Kazâ, Allah'ın tekvîn sıfatı ile ilgili bir kavramdır.
Bu konuyu fazla detaya girmeden sana 1 ayet ve 1 hadis kaynağıyla açıklamak isterim; inşaAllah faydalı olacaktır:)
Neml Suresi/75. Ayet:
Gökte ve yerde gizli hiçbir sır yoktur ki apaçık bir kitap olan Levhi Mahfuz’da olmasın.
Buhari, Kader 1, Hadisi Şerif:
İbnu Mes'ud (R.a) anlatıyor: "Sâdık ve Masdûk olan Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Sizden birinin yaratılışı, annesinin karnında kırk günde cem olur. Sonra bu kadar müddetle "alaka" olur. Sonra bu kadar müddette "mudga" olur. Sonra Allah bir meleği dört kelimeyle gönderir: (Bu melek) rızkını, ecelini, amelini, şaki veya said olacağını yazar, sonra ona ruh üflenir.
Kendinden başka ilah olmayan Allahu Tealaya yemin olsun ki;
sizden biri, (hayatı boyunca) cennet ehlinin ameliyle amel eder ve öyle ki, kendisiyle cennet arasında mesafe kaldığı zaman onun alın yazısı (kaderi) galebe çalar ve cehennem ehlinin ameliyle amel ederek cehenneme girer.
Aynı şekilde sizden biri (hayatı boyunca) cehennem ehlinin amelini işler. Kendisiyle cehennem arasında az bir mesafe kalınca yazısı ona galebe çalar ve cennet ehlinin amelini işleyerek cennete girer."
Herşeyi sonsuz ilmiyle Yaratan Cenab-ı Hakk’ ın herşeyi Külli İradesiyle bilmesi; bizim amellerimizin gidişat yönünü bilmesidir…
Hadisin son bölümündeki cennetlik amel bahsi bu konudaki en net müjdemizdir; demek ki cennete gidecek kişiye cennetlik ameli işlemesi için bir çok fırsat verilecek ve o amelleri yapmak o kişiye çok kolay gelecektir.
bu konudaki ayet ve hadisleri biraz daha okursak faydalı olacaktır; Allaha emanet olun...
Kader bir alın yazısı değildir. Allah bizim yapacaklarımızdan haberdardır. Ancak insanların yapacaklarını Allah belirlememiştir. O sadece bize 2 yol vermiştir ve biz bu yoldan 1 ini seçmekle yükümlüyüz. Şöyle düşünün; Allah eğer ki bizim hayatımızı yazmış olsaydı ( kader bir alın yazısı olsaydı ) günah ve sevabın hiçbir anlamı olmazdı. Allah hiçbir kulunun cehenneme gitmesini istemez. Günümüzde gördüğümüz üzere esrarcısı da var kendine zarar vereni de var Allah ı inkâr edeni de var... Allah bizim hayatımızı yazmamıştır. O sadece her şeyi bilir. Yani yaşayacaklarımızı biliyor ama bizim kaderimizi Allah yazmamıştır. Çünkü o hiçbir kulunun kötülüğünü istemez.